Blog hakkında...

----------------------------------------------------------
Yorum yazmak isterseniz yazıların bittiği yerde zarf işareti göreceksiniz oraya tıklayarak yorum yazabilir ; ya da sağ tarafta bulunan ziyaretci defterime leave a response'a tıklayarak yorumlarınızı iletebilirsiniz.

Gelelim Blog'umun ismine...
En üstteki fotoğrafın üstünde de gördüğünüz gibi ismi:
"Jail l`impression de ne pas t`avoir vu"

Çok anlamlı bulmuştum. Bir gün haberleri okurken karşılaştım bu cümleyle, aşklarıyla meşhur Fransa Cumhurbaşkanı ve aşk mektubu konu:) (http://www.hurriyet.com.tr/dunya/7391715_p.asp)

Olayın magazinsel kısmı değil de,
Ben sözün anlamındaki derinliğine hayran kaldım... evet, doğru kelime bu, hayran kaldım...
Bir özlem bu kadar güzel anlatılabilirdi...
Blog'umun adının Türkçesi:
"Sanki seni yüzyıllardır görmemiş gibiyim..."

Bana bu cümle o kadar çok şey hissettirdi ki...

Temelinde aşk olan bir özlem, tutku bu kadar güzel ifade edilebilirdi..

İşte bu kadar sevdiğim bir cümlenin blog'umun ismi olmasını hiç tereddütsüz istedim:)

Son olarak,
Blog'uma,
Dünyama,
Hoşgeldiniz!

Herkese keyifli dakikalar diliyorum...
----------------------------------------------------------------

10/22/2012

Sonbahar...

Uzun bir aradan sonra tekrar blogum ile başbaşa kalabildim sonunda!
(Yukarıdaki videoya başlat diyip, yazıma başlıyorumm)

Merhaba! :)

Bugün penceden baktığımda, ekim ayının en güzel günlerinden birinde olduğumu hissettim; yağmurlu, huzurlu, yeşil-turuncu-sarı renklerin hakim olduğu...

Gün güzel, gündem her zamanki gibi karışık, hala güzel insanların yargılandığı bir dünyadayız.

Güzel insan diyorum da, güzel insan kimdir peki?

Kesinlikle fiziksel güzellikten bahsetmiyorum, yoksa hapishaneler mankenlerden ibaret olurdu :)

Bazıları için hayat, sabah işe git akşam eve gel, 3 saat bir işle uğraş sonra yat uyu öbür gün tekrar aynı şeyler, haftasonu yan gel yat, çık dışarı bir AVM gez, alış-veriş yap cebindeki paraya bakmadan.

Bazıları için hayat, durağan, bugün bitmeden bugünü çoktan bitirmiş, gününü geçirme derdinde.

Halbuki hayat yaşadığın şu “an”da.

İşte bazı insanlar o “an” dediğimiz kavramı anlamlandırmak için yaşıyorlar. İtiraf ediyorum ben de onlardan biri olmak için elimden geleni yapıyorum :)

An’lar kaybedilir. Tekrar o anı kazanmanız mümkün değildir.

O an’ı güzel değerlendirmek demek, yaşadığınız her ana saygı duymanız, boş geçirmemeniz demek. Onu anlamlandırmanız demek aslında.

İşte ben bu güzel insanlarda onu görüyorum. Kendi başına aydınlanma değil, hep beraber aydınlanma, çağdaşlaşma. Ve bu yolda her anı değerlendirme...

Bazıları araştırmacı gazeteci bu güzel insanların, bazıları lider, bazıları ise sanatcı...

Sunay Akın’ın gösterisine gittim bu ay. Evet, kitaplarından ve onca programından sonra canlı canlı izleyebildim, dinleyebildim kendisini!!

Bendeki mutluluğu görmeniz lazımdı...Çünkü yine aydınlanacaktım, bize tarihte yaşanmış an'lardan bahsedecekti, bir araçtırmacı gazeteci olarak.

Alman İmparatoru II. Friedrich (Büyük Frederik) Potsdam yakınlarında yazlarını geçireceği görkemli bir saray yaptırmayı planlamaktadır. Ne var ki “Sanssouci” adıyla anılacak, dönemin mimari başyapıtlarından olan bu sarayın bahçesi olarak öngörülen yerin tam ortasında yaşlı bir değirmencinin değirmeni bulunmaktadır. İmparatorun adamları birçok kez yaşlı adama gidip değirmenini terk etmesini, imparatorun kendisine yeni bir değirmen yaptıracağını söylerler. Adam hiç oralı olmaz. Arsasının değeri ne ise 5 katı fiyat vereceklerini iletirler, adam “iyi de ben bu arsayı satmayacağım, benim için bu arsadaki değirmenin manevi önemi var. “ der, satmaz... Bunu duyan imparator şaşırır. En sonunda imparator gider adamın yanına, önerisini yineler. “Ben imparatorum, sen kime satmadığının farkında mısın?” diyince adam: “Bayım,” der, “Bu ülkede yargıçlar var!” .

Ve o yargıçlar değirmenin yıkılmaması gerektiğinin kararına varırlar...

O ülkede yargıçlar vardır...



Berlin...

Yaşlı adamın değirmenine dokunulmaz...

Ne kadar çok günümüz Türkiye’sine benziyor değil mi? (!)

Yıllar sonra bir yılbaşı gecesi, Türkiye’den tanıdığımız biri arkadaşları ile gidiyor Berlin’e.

Arkadaşları Berlin’de eğlenerek yılbaşına girme taraftarı. O ise ısrarla o sarayı gidip görmek istiyor. Yılbaşı akşamı oraya mı gidilir, ıssız, karanlık, eğlence olmayan bir yer diye arkadaşları gitmek istemiyor. Tek başına “Sanssouci” sarayına gidiyor. Yılbaşı akşamı, o karanlıkta, değirmenin yıkılmamış olarak kaldığı sarayı görmeye, “adalet”i görmeye gidiyor. O kişi Mustafa Kemal Atatürk...

Bir araçtırmacı yazar, bir lider...

Ve bir sanatcı!

Fazıl Say!..

Şu günlerde dini aşağılamaktan dolayı yargılanıyor...

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/10/121018_fazil_say_trial_update.shtml

Dünyaya gelmiş en büyük Türk piyanistlerinden, bestecilerinden biri...

Biz genel de güzel insanların kıymetini, sonradan anlarız. Nazım Hikmet gibi...

Şimdi bu güzel insana blogumda yer verip, bir nebze olsun yanında olmak istedim. Düşüncelerinden dolayı yargılıyorlar, bir nevi yıpratıyorlar... O da gitsin, aydınlanma, sanat karşıtları derin bir oh çeksin diye oluyor bunlar... Yok Twitter’da şunu yazmış bunu demiş..
Laf ü güzaf!..

Müziğinin hayranlarından biriyim. İstanbul Senfonisi.. Mezopotamya Senfonisi...

Mezopotamya Senfonisini Dinleyenlerden biri youtube’da şu yorumu yazmış: “Birçoğumuzun 'şarıl şarıl akıyor' diye tabir edebileceği Dicle ve Fırat nehirlerini farklı gözle görüp, farklı kulakla dinleyip notalara aktaran,yaşadığı ülke coğrafyasını,tarihini,kültürün¬ü birçoğumuzdan çok daha iyi tanıyan ve dünyaya tanıtan bu asil adam bu eserini seslendirdiğinde,ayın karanlığı ürkütürken Dicle'nin, Fırat'ın yanında ölüm ve yaşamı düşünür,savaşı lanetlersiniz. Mezapotamya'dasınızdır adeta.Ta ki eser bitip çılgınca alkışlayana kadar.Gurur duyuyoruz seninle Fazıl Say”

Ne de güzel demiş...

İşte bu güzel insanlar sadece kendilerini aydınlatma yolunu tercih etmeyip bunu bize de aktarmayı görev bilen insanlar.. Önlerinde saygı ile eğileceğimiz insanlar...

Blog yazımın müzik bölümünde, Fazıl Say’ın kızı Kumru için bestelediği besteyi dinliyor olacağız. Ekim ayında “kumru” çalacak fonda, pencereden bakarken şu yağan yağmura...

Fazıl Say için bir diğer paylaşımım da “Çalışma Odam” olacak, vaktiniz olduğunuzda kesinlikle izlemenizi tavsiye ediyorum.

http://calismaodam.ntvmsnbc.com/fazil-say/

Albüm ve Şarkı kısmında Sertap Erener ve Orhan Gencebay'ı seve seve paylaşıyorum. Her şarkısını ayrı bir zevkle dinledim! Ruh halim şekilden şekile girdi :):

Ve son!
Sizi blogtaki diğer paylaşımlarımla başbaşa bırakıyor,
Kulağıma kulaklığımı takıp, sevgili ev kurdum Asil ile yağmurda yürüşe çıkıyorum!
Mutlu sonbaharlar!.. :)

3. Şahsın Şiiri

Gözlerin gözlerime değince

Felaketim olurdu,ağlardım

Beni sevmiyordun,bilirdim

Bir sevdiğin vardı,duyardım

Çöp gibi bi oğlan,ipince

Hayırsızın biriydi fikrimce

Ne vakit karşımda görsem

Öldüreceğimden korkardım

Felaketim olurdu,ağlardım

Ne vakit Maçka'dan geçsem

Limanda hep gemiler olurdu

Ağaçlar kuş gibi gülerdi

Sessizce bir cigara yakardın

Parmaklarımın ucunu yakardın

Kirpiklerini eğerdin,bakardın

Üşürdüm,içim ürperirdi

Felaketim olurdu,ağlardım

Akşamlar bir roman gibi biterdi

Jezabel kan içinde yatardı

Limandan bir gemi giderdi

Sen kalkıp ona giderdin

Benzin,mum giderdin

Sabaha kadar kalırdın

Hayırsızın biriydi fikrimce

Güldü mü cenazeye benzerdi yüzü

Hele seni kollarına aldı mı

Felaketim olurdu ağlardım...


İzleyiciler

Mary& Max

Mary& Max

Film'den alıntı...

"İnsanlar inanılmaz mantıksızdı. hindistan' da çocuklar açlık çekerken insanlar neden yemeklerini çöpe atıyorlardı? Neden oksijene ihtiyaçları varken yağmur ormanlarını yok ediyorlardı? Ve neden asla zamanında gelmeyeceklerse otobüsler için zaman çizelgesi hazırlıyorlardı? en sevdiği fizikçiyle mutabık kaldı : sadece iki şeyde sonsuzluk vardır ; evrende ve insanın aptallığında."Mary & Max

Ayın fotoğrafı...

Ayın fotoğrafı...
Bolu...

Sizce olmuş mu bu blog?:)